bugün
- mehmet şimşek'in türk milletine yerel halk demesi19
- ekşi sözlük9
- johnny bellington10
- 20 21 nisan 2024 restoran ve kafe boykotu9
- akpliler olarak fahiş fiyata boykota katılmıyoruz18
- nihavend longa16
- sağlıklı cinsel bir yaşamım var neden konuşuluyor19
- annem baban uğur dündar dedi13
- geçmişte 15 erkekle ilişkiye girmiş kadın20
- araba yıkatmanın 300 tl olması9
- laiklik referandumu8
- sadece sennn18
- uludağ sözlüğü geliştirme önerileri8
- başıboş köpek sorunu24
- erdal beşikçoğlu'nun işçilerle yemek pr çalışması15
- ismail kartal21
- psikoloğa gitmek mi içki almak mı18
- evlenmek istememek ama yalnızlıktan da sıkılmak22
- anın görüntüsü13
- yigitzsche17
- icardi190511
- sözlük kızlarının elleri şuan napıyor sorunsalı14
- erdoğan'dan sonraki başkan19
- görümceniz sizi engellese ne yaparsınız14
- çok fazla çirkin erkek olması13
- erdal beşikçioğlu'nun öğle yemeği23
- sexting haram mıdır24
- sophie dee'nin memeleri11
- sözlük erkeklerinin bugünkü kombinleri11
- kurtlar vadisi pusu rezaleti11
- aleyna tilki nin annesi12
- cengiz ünder'in bıyığı11
- ölmeye karar vermek19
- icardi1905 silik olsun kampanyası14
- motorcu fırlama hafif demir demirkan tarzı yazar15
- 18 nisan 2024 fenerbahçe olympiakos maçı59
- assembly kodu11
- fenerbahçe taraftarı9
- ezgi mola8
- kuva'i milliye ne ise hamas da o dur19
- ali koç8
- fenerbahçe13
- arda güler16
- altıncı filoya karşı namaz kılmak12
- uludağ sözlük discord grubu9
- yazarların en rum özelliği14
- konstantinos tzolakis9
- türkiyede bütün yiyecek fiyatları aşırı fahiştir16
- ups boobss nerelerde ramazan da bitti11
- eybırın manyağı kıskanması14
entry'ler (86)
muhtemelen "dur bakalım, oturuktan bir başlık açayım da takılan sazanlara bakıp eğleneyim" diye girilmiş bir başlıktır.
ve şayet öyle değilse eğer, hayıftır "o"na, yazıktır "o"na, vah "o"na...
kendine bakacak bir kadının ancak "yollu" (ne demekse) bir kadın olabileceğini daha baştan beyan etmiş bir kişi değildir (umuyorum) bu sevgili kardeşimiz, hayır!...
şakadır muhtemelen.
ona göre okunup, ona göre değerlendirmekte fayda vardır...
küçük bir not: en baştan dördüncü sözcükteki ilk "t" harfinin yerine, dileyen dilediği harfi kullanabilir, elbette...
ve şayet öyle değilse eğer, hayıftır "o"na, yazıktır "o"na, vah "o"na...
kendine bakacak bir kadının ancak "yollu" (ne demekse) bir kadın olabileceğini daha baştan beyan etmiş bir kişi değildir (umuyorum) bu sevgili kardeşimiz, hayır!...
şakadır muhtemelen.
ona göre okunup, ona göre değerlendirmekte fayda vardır...
küçük bir not: en baştan dördüncü sözcükteki ilk "t" harfinin yerine, dileyen dilediği harfi kullanabilir, elbette...
bakınız: sözlükteki en gereksiz başlık
pardon ama, face(nasıldı gerisi?) bir nedir?...
istediğim -ki hep isterim- ve (çoğunlukla) elde etmiş olduğum bir imkanı nasıl kullanmam gerektiği konusunun
-müsaade edilirse- bana ait olduğunu düşündüğüm bir durumdur...
uyurum, uyumam kardeşim, sana ne?...
ha, cam kenarını kapmış olduğu halde, kafasını geriye yaslayıp, horuldaya fışıldaya uyuyana gıcık olur muyum?
elbette!...
iyi valla, oh,
adama bak be!...
-müsaade edilirse- bana ait olduğunu düşündüğüm bir durumdur...
uyurum, uyumam kardeşim, sana ne?...
ha, cam kenarını kapmış olduğu halde, kafasını geriye yaslayıp, horuldaya fışıldaya uyuyana gıcık olur muyum?
elbette!...
iyi valla, oh,
adama bak be!...
"ağır roman"ı izleyip bitirdiğimde aklım uçmuş bir vaziyette
-yüzümde şaşkın bir gülümsemeyle-
kendi kendime, "bu adam benim arkadaşım" diye mırıldandığım kişidir.
lisede aynı sırayı paylaşmak keyfini tatmış olduğum çocuktur.
lise bittikten sonra -okulun pilav günleri dahil- hiçbir türlü karşılaşma şansı bulamadığım,
adeta "orada bir köy var uzakta" tarzında arkadaşımdır,
ve fakat, şimdi yolda karşılaşsak muhabbetimizin -kaldığımız yerden- devam edeceğine emin olduğum
güler yüzlü, sıcakkanlı dostumdur.
iyi bir tiyatro sanatçısı ve -belki- daha da iyi bir sinema oyuncusudur...
mustafa, iyidir...
iyidir...
-yüzümde şaşkın bir gülümsemeyle-
kendi kendime, "bu adam benim arkadaşım" diye mırıldandığım kişidir.
lisede aynı sırayı paylaşmak keyfini tatmış olduğum çocuktur.
lise bittikten sonra -okulun pilav günleri dahil- hiçbir türlü karşılaşma şansı bulamadığım,
adeta "orada bir köy var uzakta" tarzında arkadaşımdır,
ve fakat, şimdi yolda karşılaşsak muhabbetimizin -kaldığımız yerden- devam edeceğine emin olduğum
güler yüzlü, sıcakkanlı dostumdur.
iyi bir tiyatro sanatçısı ve -belki- daha da iyi bir sinema oyuncusudur...
mustafa, iyidir...
iyidir...
Şayet mes'ele önündeki yemeği "mideye indirmek"ten ibaret ise...
Yemeklerin tamamına yakın bir kısmı -büyük bir rahatlıkla- elle yenilebilir,
neredeyse tamamı da çatal, kaşık ve bıçakla...
Netice itibariyle, seçim kişiye kalmıştır.
Kişi, bulunduğu mekana, ortama, çevresindekilere ve de kendi "meşrebine" bakarak neyi, nerede, ne zaman, nasıl,
ve biçimde yiyeceği konusunda seçimini yapabilir...
Bulunduğu ortamdaki kişiler de o "zatı" kapı dışarı edip edemeyecekleri konusunda kendi özgür seçimlerini...
Bu konudaki parametreler: Yemeklerin cinsi,
mekanın gerçek ya da kendine biçmiş olduğu "kalite"si,
Söz konusu kişinin kimliği,
sosyal ve -ne yazık ki en çok da- ekonomik durumu,
Ortamdaki diğer kişilerin "kalitesi" biçiminde sıralanabilir...
Yemeklerin tamamına yakın bir kısmı -büyük bir rahatlıkla- elle yenilebilir,
neredeyse tamamı da çatal, kaşık ve bıçakla...
Netice itibariyle, seçim kişiye kalmıştır.
Kişi, bulunduğu mekana, ortama, çevresindekilere ve de kendi "meşrebine" bakarak neyi, nerede, ne zaman, nasıl,
ve biçimde yiyeceği konusunda seçimini yapabilir...
Bulunduğu ortamdaki kişiler de o "zatı" kapı dışarı edip edemeyecekleri konusunda kendi özgür seçimlerini...
Bu konudaki parametreler: Yemeklerin cinsi,
mekanın gerçek ya da kendine biçmiş olduğu "kalite"si,
Söz konusu kişinin kimliği,
sosyal ve -ne yazık ki en çok da- ekonomik durumu,
Ortamdaki diğer kişilerin "kalitesi" biçiminde sıralanabilir...
cést la vie / emerson, lake and palmer,
epitaph / king crimson,
tek başına / erkin koray...
epitaph / king crimson,
tek başına / erkin koray...
erotik: "lambaya püf de"...
pornografik (!) : abdülkadir, ya rami'ye ya da unkapanı'na gidelim,
ya rock söyleyecez, ya da hicaz, vallahi aç kalacaz
(bkz: iş olsun torba dolsun diye yorum yapmak)
pornografik (!) : abdülkadir, ya rami'ye ya da unkapanı'na gidelim,
ya rock söyleyecez, ya da hicaz, vallahi aç kalacaz
(bkz: iş olsun torba dolsun diye yorum yapmak)
1- tabii tabii...
mutlaka öyledir...
2- çinli bir ana-babadan doğmuş olmak kaydıyla, hiç istisnasız, yüzde yüz oranında doğru olan bir önermedir...
en fazla 3, bilemedin 5 sene içinde "ana diliniz" gibi, şakır şakır konuşmaya başlayacağınızı görebilir,
hatta, bu işe kendiniz bile şaşar...
yok, yok...
tabii ki şaşırmazsınız...
çok doğal bile gelir üstelik...
mutlaka öyledir...
2- çinli bir ana-babadan doğmuş olmak kaydıyla, hiç istisnasız, yüzde yüz oranında doğru olan bir önermedir...
en fazla 3, bilemedin 5 sene içinde "ana diliniz" gibi, şakır şakır konuşmaya başlayacağınızı görebilir,
hatta, bu işe kendiniz bile şaşar...
yok, yok...
tabii ki şaşırmazsınız...
çok doğal bile gelir üstelik...
kişiye özel bir tanımlamadır.
kimi, "tamamını" görse umurunda olmaz, dönüp bakmaz.
kimi bir tek gözünü görse; eline, ayak bileğine baksa dayanamaz,
"o"nun için "dekolte"dir bunlar çünkü,
"tahrik olur"...
dekolte iki yönlüdür bu nedenle,
öznel olanı kafadadır.
kişiye göre, gördüğüne -ve daha önemlisi- algısına göre değişir.
nesnel olanıysa "sergi"leyenin "hava"sındadır...
o bedensel güzelliğe ve "hava"ya sahip olan bir kişinin omuzundan kayıvermiş askı da -estetik anlamda- dekoltedir,
saçını hafifçe savururken -dudağında uçuk bir gülümsemeyle- yandan bir kaçamak bakışı da...
(başlığı görmüş, yorumu da yapmışken, dekolteyle ilgili .ok güldüğüm, oldukça eski bir fıkrayı anımsamamak olmaz.
kadın, terzisine sipariş ettiği elbiseyi giymiş, ayna karşında kendine bakarken tereddütle sormuş:
"Biliyorum, bu modeli ben istedim ama, göğüs dekoltesi biraz derin mi oldu acaba?"
Terzi, şöyle bir baktıktan sonra sormuş:
"Hanımefendi, göğsünüzde kıl var mıdır?"
"elbette hayır"...
"o zaman haklısınız galiba, dekolte biraz derin olmuş"...)
kimi, "tamamını" görse umurunda olmaz, dönüp bakmaz.
kimi bir tek gözünü görse; eline, ayak bileğine baksa dayanamaz,
"o"nun için "dekolte"dir bunlar çünkü,
"tahrik olur"...
dekolte iki yönlüdür bu nedenle,
öznel olanı kafadadır.
kişiye göre, gördüğüne -ve daha önemlisi- algısına göre değişir.
nesnel olanıysa "sergi"leyenin "hava"sındadır...
o bedensel güzelliğe ve "hava"ya sahip olan bir kişinin omuzundan kayıvermiş askı da -estetik anlamda- dekoltedir,
saçını hafifçe savururken -dudağında uçuk bir gülümsemeyle- yandan bir kaçamak bakışı da...
(başlığı görmüş, yorumu da yapmışken, dekolteyle ilgili .ok güldüğüm, oldukça eski bir fıkrayı anımsamamak olmaz.
kadın, terzisine sipariş ettiği elbiseyi giymiş, ayna karşında kendine bakarken tereddütle sormuş:
"Biliyorum, bu modeli ben istedim ama, göğüs dekoltesi biraz derin mi oldu acaba?"
Terzi, şöyle bir baktıktan sonra sormuş:
"Hanımefendi, göğsünüzde kıl var mıdır?"
"elbette hayır"...
"o zaman haklısınız galiba, dekolte biraz derin olmuş"...)
"kamil" insandır...
hele, bunun bir de ağzını açtığında "hiç boş laf etmeyen" türü vardır ki...
tadından yenmez...
elbette kolay değildir, öyle biri olmak
ve de o tarz insanlarla aynı çevrede bulunmak.
sıkıcı gelebilir kimilerine,
"amma da donuk adam"
ya da, "sanki bir buzdolabı" (ali desidero) diyen çıkabilir.
velakin, moralinizin bozuk olduğu,
ruh halinizin dip yaptığı,
kimseyle konuşmaya, dalaşmaya gücünüzün kalmadığı zamanlarda insana huzur veren,
bir yandan -varlığıyla- yalnızlığınızı giderirken
diğer yandan size dokunmayarak, rahat bırakarak kendinizi onarma,
iyileştirme çabanıza katkı veren harika insanlardır...
hamiş: hakir kulunuz öyle biri midir?
el cevap: ne yazık ki, hayır...
peki, "öyle biri" olabilir mi?
devamul cevap: ihtiyaç olduğunu sezdiğinde
-ve ancak o zaman-
evvelallah!...
hele, bunun bir de ağzını açtığında "hiç boş laf etmeyen" türü vardır ki...
tadından yenmez...
elbette kolay değildir, öyle biri olmak
ve de o tarz insanlarla aynı çevrede bulunmak.
sıkıcı gelebilir kimilerine,
"amma da donuk adam"
ya da, "sanki bir buzdolabı" (ali desidero) diyen çıkabilir.
velakin, moralinizin bozuk olduğu,
ruh halinizin dip yaptığı,
kimseyle konuşmaya, dalaşmaya gücünüzün kalmadığı zamanlarda insana huzur veren,
bir yandan -varlığıyla- yalnızlığınızı giderirken
diğer yandan size dokunmayarak, rahat bırakarak kendinizi onarma,
iyileştirme çabanıza katkı veren harika insanlardır...
hamiş: hakir kulunuz öyle biri midir?
el cevap: ne yazık ki, hayır...
peki, "öyle biri" olabilir mi?
devamul cevap: ihtiyaç olduğunu sezdiğinde
-ve ancak o zaman-
evvelallah!...
hastalıklı bir aklın yoksul hayal dünyasından soluk fantaziler
ya da,
cehaletin ve abazanlığın insana yaptırmayacağı şey, söyletmeyeceği söz yoktur.
ya da,
cehaletin ve abazanlığın insana yaptırmayacağı şey, söyletmeyeceği söz yoktur.
(bkz: penceresi cam cama muadil)
- birader, "muadil" derken?...
- muadil işte...
- yani, muadil mi demek istedin?...
- evet, muadil...
muadil: araç-gereç, giysi, eşya, ilaç, yedek parça söz konusu olduğunda
kullanılması sorun teşkil etmeyen bir sözcük olup,
bir insan evladı hakkında kullanılmaması nezaket gereğidir...
kırıcı olabilir.
sonuçta o da bir ana kuzusudur yani,
değil mi?
kavgada dahi söylenmez.
ayıptır...
edit: "nickim sağolsun"un değerli uyarısıyla entry sonuna koymuş olduğum
-insan beşerdir, beşer de şaşardır-
gülümseme ifadesini silmiş bulunuyorum.
pekii, bu eylem gülümsememi engellemeyecek midir?
asla...
o nedenle, şu çok bilindik gülümseme ifadesinin, yani smiley'in yerine, "muadili"ni koyuyorum efendim.
"iki nokta üstüste kapa parantez"
- birader, "muadil" derken?...
- muadil işte...
- yani, muadil mi demek istedin?...
- evet, muadil...
muadil: araç-gereç, giysi, eşya, ilaç, yedek parça söz konusu olduğunda
kullanılması sorun teşkil etmeyen bir sözcük olup,
bir insan evladı hakkında kullanılmaması nezaket gereğidir...
kırıcı olabilir.
sonuçta o da bir ana kuzusudur yani,
değil mi?
kavgada dahi söylenmez.
ayıptır...
edit: "nickim sağolsun"un değerli uyarısıyla entry sonuna koymuş olduğum
-insan beşerdir, beşer de şaşardır-
gülümseme ifadesini silmiş bulunuyorum.
pekii, bu eylem gülümsememi engellemeyecek midir?
asla...
o nedenle, şu çok bilindik gülümseme ifadesinin, yani smiley'in yerine, "muadili"ni koyuyorum efendim.
"iki nokta üstüste kapa parantez"
(bkz: dünya türk olsun)
(bkz: bir gün herkes filancaspor lu olacak)
(bkz: falancaspor u sevmeyen ölsün)
(bkz: herkes benim gibi düşünsün)
(bkz: hepimiz adolf uz)
yahut,
(bkz: kusuruna bakma abisi cahil o cahil)
Şu anda bulunduğunuz konumdan ayrılın,
yatağınızdan çıkın,
sandalyenizden, koltuğunuzdan kalkıp ama uçakla, ama gemiyle, ama aracınızla yollara düşün,
hedefiniz kuzey kutup noktası, rotanız belli.
sayılı gün çabuk geçer,
zaman tükenir,
yollar biter.
bir de bakarsınız ki, aha, kuzey kutup noktası yalnızca 100 m ileride...
o andaki konumuzu "kerteriz" etmeniz gerekirse önünüz kuzeydir, ardınız güney,
gidiş yönünüze göre sağınız doğudur, solunuz batı...
bu skalaya göre ara yönler de bellidir, artık saymaya ne hacet?...
bu anlamsız yolculuğa başladığınızdan bu yana hep böyle olagelmiştir.
yönünüzü, konumunuzu belirlemeniz, betimlemeniz hep mümkündür,
hep çok kolaydır...
oysa, kalan o son 100 metreyi yürüyüp de "tam" kuzey kutup noktasına ulaştığınızda her şey bir anda değişir.
komik, saçma bir hale dönüşür.
"tam" kuzey noktasına ulaşmış olduğunuzdan, artık ortada bir kuzey yoktur.
kuzey ortadan kalktığından, bir anda doğu ve batı da silinir gider.
artık, bulunduğunuz noktadan baktığınızda, her yön güneydir size...
sağa dönün güney,
sola dönün, güney,
önünüz ardınız, güneydir hep.
bütün rüzgarlar güneyden eser,
attığınız her taş güneye doğru gider.
yani kardeşlerim,
yanınızdan, yörenizden, elinizden, avucunuzdan, sahip olduklarınızdan bir tek şeyi yok ettiğinizde,
bazen bir çok şeyi de yitirmiş olursunuz,
en azından insanlığınızı, örneğin...
hamiş: "ateyizlik" yapmanın anlamı yok.
seni kim yarattı?
"kürt" diye dışladıklarını kim?...
sen kim oluyorsun da kimi nereden siliyorsun?
kovuyorsun?
tut ki dediğini yaptık, birilerini sildik bu platformdan,
kaldık sözlükte seninle başbaşa, öyle mi?...
tövbe, allah yazdıysa bozsun...
(bkz: bir gün herkes filancaspor lu olacak)
(bkz: falancaspor u sevmeyen ölsün)
(bkz: herkes benim gibi düşünsün)
(bkz: hepimiz adolf uz)
yahut,
(bkz: kusuruna bakma abisi cahil o cahil)
Şu anda bulunduğunuz konumdan ayrılın,
yatağınızdan çıkın,
sandalyenizden, koltuğunuzdan kalkıp ama uçakla, ama gemiyle, ama aracınızla yollara düşün,
hedefiniz kuzey kutup noktası, rotanız belli.
sayılı gün çabuk geçer,
zaman tükenir,
yollar biter.
bir de bakarsınız ki, aha, kuzey kutup noktası yalnızca 100 m ileride...
o andaki konumuzu "kerteriz" etmeniz gerekirse önünüz kuzeydir, ardınız güney,
gidiş yönünüze göre sağınız doğudur, solunuz batı...
bu skalaya göre ara yönler de bellidir, artık saymaya ne hacet?...
bu anlamsız yolculuğa başladığınızdan bu yana hep böyle olagelmiştir.
yönünüzü, konumunuzu belirlemeniz, betimlemeniz hep mümkündür,
hep çok kolaydır...
oysa, kalan o son 100 metreyi yürüyüp de "tam" kuzey kutup noktasına ulaştığınızda her şey bir anda değişir.
komik, saçma bir hale dönüşür.
"tam" kuzey noktasına ulaşmış olduğunuzdan, artık ortada bir kuzey yoktur.
kuzey ortadan kalktığından, bir anda doğu ve batı da silinir gider.
artık, bulunduğunuz noktadan baktığınızda, her yön güneydir size...
sağa dönün güney,
sola dönün, güney,
önünüz ardınız, güneydir hep.
bütün rüzgarlar güneyden eser,
attığınız her taş güneye doğru gider.
yani kardeşlerim,
yanınızdan, yörenizden, elinizden, avucunuzdan, sahip olduklarınızdan bir tek şeyi yok ettiğinizde,
bazen bir çok şeyi de yitirmiş olursunuz,
en azından insanlığınızı, örneğin...
hamiş: "ateyizlik" yapmanın anlamı yok.
seni kim yarattı?
"kürt" diye dışladıklarını kim?...
sen kim oluyorsun da kimi nereden siliyorsun?
kovuyorsun?
tut ki dediğini yaptık, birilerini sildik bu platformdan,
kaldık sözlükte seninle başbaşa, öyle mi?...
tövbe, allah yazdıysa bozsun...
(bkz: kitap okuyorsun da n ooluyor)
(bkz: o müziği dinliyorsun da n aanlıyorsun)
(bkz: boş boş gökyüzüne bakıyor bulutları izliyorsun da)
Şu anda yüzbinlerce radyo, onbinlerce tv kanalında programlar yapılıyor,
milyon kere milyonlarca sözcük, ses, nota, görüntü bütün dünyayı çepeçevre dolanıyor,
atmosferde hemen yanıbaşında kafana, gözüne, bedenine sürtünerek dolanıyor,
hatta, bırak dünyayı, tüm evrene yayılıyorken senin evindeki/elindeki/kafandaki/aklındaki "alıcı" açık değilse şayet,
yahut -açık ama- yayın yapmakta olan o kanala ayarlanmamışsa eğer,
hiçbir şey duymayacağın, görmeyeceğin, izleyemeyeceğin, anlayamayacağın gibidir mevzu, kabaca...
"alıcın açık değilse"şayet...
"antenin o yana dönük" değilse eğer...
yahut "o dili bilmiyorsan" sevgili kardeşim...
inan bana hiçbir şey olmayacaktır, anıtkabir'e gittiğinde...
hiçbir şey anlayamayacaksın, ne yazık ki...
sana yardımcı olabilmek çabasıyla: "aç tarih kitabını, fazla değil, 1900 yılındaki "osmanlı imparatorluğu" haritasına bak önce,
sonra çevir sayfaları, bir de 1919'daki "sevr haritası"na bak...
nereleri senin iken, nereleri kalmış sana bir anla önce...
ondan sonra,
sadece 4 sene sonrasında,
ve de ne büyük yokluklar içindeyken,
nasıl bir "geriye dönüş" yaptığını,
hangi yitik toprağını hangi dünya devinin dişlerinden söküp de aldığına bir bak,
seninle ondan sonra konuşalım" demek isterdim...
kendini bu kadar büyük,
güçlü,
gelişmiş,
muktedir,
adeta bir dünya devi olarak gördüğün şu "en güçlü" halinde, anıtkabir'de yatan o büyük insanın yapmış olduklarının "kaçyüzbinde biri"ni yapabileceğini bir anla önce,
ege denizindeki 20 keçi otlayamaz bir adayı sahiplen hele bir bakalım,
sonra oturur konuşuruz seninle derdim...
velakin, muhtemelen bu söylediklerim de, sana, bir şey ifade etmeyecek olduğundan,
vazgeçtim.
hiçbir şey demedim...
o nedenle, sen hiç gitme anıtkabir'e aslanım...
bir şey anlamayacaksın nasıl olsa...
biz gideriz ama.
bedenen de gideriz; dolaşır, o özgürlük havasını koklar, o büyük insana teşekkür ederiz.
fırsat bulamamışsak şayet -ne gam?-
bulunduğumuz yerden,
köy, kent, bucak, belde, kasaba,
gönlümüzle bağlıyızdır zaten
o mekanda istirahat etmekte olan zata...
(bkz: o müziği dinliyorsun da n aanlıyorsun)
(bkz: boş boş gökyüzüne bakıyor bulutları izliyorsun da)
Şu anda yüzbinlerce radyo, onbinlerce tv kanalında programlar yapılıyor,
milyon kere milyonlarca sözcük, ses, nota, görüntü bütün dünyayı çepeçevre dolanıyor,
atmosferde hemen yanıbaşında kafana, gözüne, bedenine sürtünerek dolanıyor,
hatta, bırak dünyayı, tüm evrene yayılıyorken senin evindeki/elindeki/kafandaki/aklındaki "alıcı" açık değilse şayet,
yahut -açık ama- yayın yapmakta olan o kanala ayarlanmamışsa eğer,
hiçbir şey duymayacağın, görmeyeceğin, izleyemeyeceğin, anlayamayacağın gibidir mevzu, kabaca...
"alıcın açık değilse"şayet...
"antenin o yana dönük" değilse eğer...
yahut "o dili bilmiyorsan" sevgili kardeşim...
inan bana hiçbir şey olmayacaktır, anıtkabir'e gittiğinde...
hiçbir şey anlayamayacaksın, ne yazık ki...
sana yardımcı olabilmek çabasıyla: "aç tarih kitabını, fazla değil, 1900 yılındaki "osmanlı imparatorluğu" haritasına bak önce,
sonra çevir sayfaları, bir de 1919'daki "sevr haritası"na bak...
nereleri senin iken, nereleri kalmış sana bir anla önce...
ondan sonra,
sadece 4 sene sonrasında,
ve de ne büyük yokluklar içindeyken,
nasıl bir "geriye dönüş" yaptığını,
hangi yitik toprağını hangi dünya devinin dişlerinden söküp de aldığına bir bak,
seninle ondan sonra konuşalım" demek isterdim...
kendini bu kadar büyük,
güçlü,
gelişmiş,
muktedir,
adeta bir dünya devi olarak gördüğün şu "en güçlü" halinde, anıtkabir'de yatan o büyük insanın yapmış olduklarının "kaçyüzbinde biri"ni yapabileceğini bir anla önce,
ege denizindeki 20 keçi otlayamaz bir adayı sahiplen hele bir bakalım,
sonra oturur konuşuruz seninle derdim...
velakin, muhtemelen bu söylediklerim de, sana, bir şey ifade etmeyecek olduğundan,
vazgeçtim.
hiçbir şey demedim...
o nedenle, sen hiç gitme anıtkabir'e aslanım...
bir şey anlamayacaksın nasıl olsa...
biz gideriz ama.
bedenen de gideriz; dolaşır, o özgürlük havasını koklar, o büyük insana teşekkür ederiz.
fırsat bulamamışsak şayet -ne gam?-
bulunduğumuz yerden,
köy, kent, bucak, belde, kasaba,
gönlümüzle bağlıyızdır zaten
o mekanda istirahat etmekte olan zata...
kaleci mete,
niko,
"sarı" süleyman,
fuat,
"büyük" ve "küçük haluk,
fikret,
canım kardeşim "kör" tuğrul,
halim...
not: tümü de beşiktaş'lıdır, evet!...
niko,
"sarı" süleyman,
fuat,
"büyük" ve "küçük haluk,
fikret,
canım kardeşim "kör" tuğrul,
halim...
not: tümü de beşiktaş'lıdır, evet!...
(bkz: zırva tevil götürmez)
neyini ciddiye alacaksın da açıklamaya çabalayacaksın?
iyisi mi,
boşveer!...
neyini ciddiye alacaksın da açıklamaya çabalayacaksın?
iyisi mi,
boşveer!...
son derece ilginç bir başlığa girilmiş müthiş entryler...
kitap okumak "itici bir görünüm" arz etmekteyse şayet,
kitap okuyan bir insan evladı -dışarıdan bakıldığında- şov yapan,
gösteriş meraklısı,
entel/dantel görünüm peşinde koşan biri gibi algılanmaktaysa eğer,
yol bitmiş demektir.
inin aşağıya arkadaşlar,
bundan sonrasına katırlarla devam edilecektir...
hamiş: hakir kulunuzun, başlığa entry girmiş kardeşlerimizi kırmak,
gücendirmek gibi bir amacı -asla- olmamakla birlikte,
konu hakkındaki düşüncelerin dile getirilmemesinin büyük bir ayıp,
hatta günah olacağı düşüncesiyle söylenmelidir ki:
oku da nasıl okursan oku, kardeşim.
ister kendini bir halt zannederek oku,
çünkü okumak seni bir "halt" yapacaktır, korkma...
ister, gösteriş yapmak için oku,
çünkü bu gösterişten etkilenip -ola ki- okumaya yönlenecektir bir kısım insan evladı...
istersen "500 sayfalık roman" oku.
adına edebiyat denilen o büyülü dünyanın en temel, en saygın, en renkli,
en sanatsal yapılarından biridir çünkü "roman"...
istersen de en kötü, en rezil, en ahmakça kitapları oku,
çünkü okuduğun -en çok- 10 kitabın sonrasında, artık,
iyi kitabı kötüsünden ayırabilecek düzeye yaklaşmaya başladığını göreceksin...
onun için, sağa sola bakma,
ahmet'i mehmet'i dinleme sen,
oku...
kitap okumak "itici bir görünüm" arz etmekteyse şayet,
kitap okuyan bir insan evladı -dışarıdan bakıldığında- şov yapan,
gösteriş meraklısı,
entel/dantel görünüm peşinde koşan biri gibi algılanmaktaysa eğer,
yol bitmiş demektir.
inin aşağıya arkadaşlar,
bundan sonrasına katırlarla devam edilecektir...
hamiş: hakir kulunuzun, başlığa entry girmiş kardeşlerimizi kırmak,
gücendirmek gibi bir amacı -asla- olmamakla birlikte,
konu hakkındaki düşüncelerin dile getirilmemesinin büyük bir ayıp,
hatta günah olacağı düşüncesiyle söylenmelidir ki:
oku da nasıl okursan oku, kardeşim.
ister kendini bir halt zannederek oku,
çünkü okumak seni bir "halt" yapacaktır, korkma...
ister, gösteriş yapmak için oku,
çünkü bu gösterişten etkilenip -ola ki- okumaya yönlenecektir bir kısım insan evladı...
istersen "500 sayfalık roman" oku.
adına edebiyat denilen o büyülü dünyanın en temel, en saygın, en renkli,
en sanatsal yapılarından biridir çünkü "roman"...
istersen de en kötü, en rezil, en ahmakça kitapları oku,
çünkü okuduğun -en çok- 10 kitabın sonrasında, artık,
iyi kitabı kötüsünden ayırabilecek düzeye yaklaşmaya başladığını göreceksin...
onun için, sağa sola bakma,
ahmet'i mehmet'i dinleme sen,
oku...
eşsizdirler, "insan"dırlar...